Ali Koç ile Aziz Yıldırım’ın ekran tartışması inanılmaz bir reyting aldı. Somera ölçümüne göre izlenme oranı yüzde 55.89 oldu.
Kablo TV ise kendi platformlarında bu oranın yüzde 78 gibi kırılması güç bir rekora eriştiğini açıkladı.
Program bu “teveccühün” hakkını verdi mi, tartışılır! Ancak “tartışmanın” kendisi, bize bir şeyler anlattı.
Biz de oradan başlayalım. Ekranda ve kamera arkasında olup bitenlere.. Örneğin Ali Koç’un ifadesiyle “Kurtlar Vadisi’ni aratmayan” Acun Ilıcalı prodüksiyonuna sonra döneriz.
*. *. *.
2000’li yıllarda, yani Erdoğan devrinde doğanlar ülke olarak neleri kaybettiğimizi bilmiyorlar.
* Levent Kırca’nın o olağanüstü skeçlerinin TRT’te yayınlandığını.. Keza yılbaşı gecesi yine TRT ekranında dansöz izlendiğini.. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum, izleyenlerin dinden imandan çıkmadığını.. Eurovision’a katılıp ne heyecanlar yaşadığımızı bilmiyorlar.
* Bence “klasik”
* “Yine Siyaset Meydanı’nda -Erbakan hariç- tüm liderlerin katıldığı o unutulmaz buluşmadan da haberleri yok belki.”
*. *. *
Ali Koç – Aziz Yıldırım buluşmasının reytingi, bütün bunları bilen ve hatırlayanların heyecanla, bilmeyen ve duyanlarınla merakla ekrana kilitlendiğini göstermiyor mu!
Tartışma kültüründen uzak, sansürün kitabının yeniden yazıldığı Erdoğan devri programlarından çok farklı bir şeyler vadediyordu buluşma.
Sanki, Saray ölçülerine göre dikilmiş, göğsümüzü sıkıştırıp nefesimizi kesen gömleğin birkaç düğmesi kopuvermişti.
Sanki, gideceğini hem toplumun hem de kendisinin anladığı Erdoğan’ın gölgesi kalkmaya başlayıvermişti.
Elbette tek bir geceye ve o tuhaf tartışmaya böyle büyük anlamlar yüklemek doğru değil. Farkındayım. Ama izlenme rakamlarına bakılınca Fenerbahçe taraftarının çok ötesinde bir katılım bize bir şeyler anlatmıyor mu sahiden!
“Toplum konuşmayı, tartışabilmeyi özlemiş” dedirtmiyor mu!
Bu cümlede “soru sormaktan” da söz etmeliydik elbette.
Ne var ki, sokaktaki insanın yıkıp geçtiği duvarların medyada hala ayakta olduğu.. Yani, güce teslim olan medyamızın toplumun çok çok gerisinde kaldığı da bir başka gerçek.
*. *. *
Malum, iki ismin Now’da buluşacağı duyuruldu önce. Saat bile verildi. Sonra aniden adres değişti. Habertürk oldu.
Neden mi? Sevgili Doğan Şentürk’ün yönettiği Now, “moderatör olmasın” talebini kabul etmemişti de ondan. Bunun üzerine “tamam moderatör olsun ama soru sormasın” denmişti. Şentürk, bunun da gazetecilik ilkelerine uymayacağını belirterek, programdan -ne kadar izleneceğini bile bile- vaz geçtiklerini duyurmuştu.
Aslında aynı mesele Habertürk için de gündeme gelmişti. Tartışmayı idare edeceğini bizzat kendi sosyal medya hesabından duyuran Mehmet Akif Ersoy, birdenbire buharlaşıvermişti. Yerini Ahmet Selim Kul almıştı. Ama hangi şartla! Perde arkasında konuşulduğu, zaten tartışma boyunca “görüldüğü” üzere iki ismin ortasına oturmuş ama hiç soru sormamıştı.
O kadar ki, reklam molası vermek için araya girdiğinde Ali Koç “Sen burada mıydın ya” demişti.
Bir başka teşebbüsünde de Aziz Yıldırım “Sen dur, girme araya” diye azarlamıştı.
Dahası… Ahmet Selim Kul ve onun nezdinde tüm gazetecilerin / gazeteciliğin aşağılandığı program, onun veda etmesine bile fırsat verilmeden bitirilmişti.
Onca reyting.. Ama sıfır gazetecilik..
Onca ima, iddia.. Ama sıfır netlik..
*. *. *
Hem Habertürk’e hem de Koç ve Yıldırım’a kötü haber. İzlenme oranları yanıltmasın. İzleyiciler ne tartışmanın kalitesini beğenmişti, ne de iki ismin tutumunu.
Ortaya atılan -doğrusu sonrasındaki yorumlar olmasa katiyen anlayamayacağım- bazı iddialar ortalığa kötü kokular saçmaktan öteye gitmedi.
Ali Koç’a yönelik “Fetöcüler sırf bana karşısın diye seni tutuyor” sözleri mesela. Soru sorulabilse nerelere varacak bir konu iki “mırmır” ile geçti gitti.
Ya da borsada manipülasyon iması.. Ekonomi gazetecilerinin imanın çok ötesindeki bir “haberi” dava konusu olurken, o mesele de yine “mırmır da mırmır”…
Üstü kapalı mesajlar havada uçuşurken Ali Koç’un “DIŞARISI KURTLAR VADİSİ GİBİ” sözlerini de ancak ertesi gün çözebildik. Meğer iki ismin ekibi yayın öncesinde gerilmiş. Koç ekibinin başındaki Acun Ilıcalı da hem gerginliğin dozunu tayin etmiş hem de Koç’a mentorluk yapmış.
Ya Mehmet Uçum muhabbeti? İki ismin de “yakini” olduğunu anladık. Anladık da, hangi gerekçeyle, neden gündeme getirildiğini anlamadık!
Hele Uçum’un Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olduğunu bilmeyen izleyici hiçbir şey anlamadı.
*. *. *
Ama inanın bana, yakında daha çok kişi her şeyi daha net görüp anlayacak.
AKP’nin siyaseten çöküşe geçtiği ve bu yüzden “normalleşme” diye yanına yeni destekler aradığı.. Karşısında da siyaseti “şeffaflık” ilkesiyle yürüten Özgür Özel’in yükseldiği bir süreçteyiz.
Elbette ölmekte olanın hala direndiği, gelmekte olanın önünde de epey yol olduğu bir süreç bu.
Aslında hiçbir şeyin konuşulup tartışılmadığı bir program tüm zamanların rekor tablosuna adını yazdırmışsa birilerinin durup düşünmesi lazım.
Siyasilerin de.. “Patronların” da.. Elbette medyanın da..
*. *. *
Bu satırları, Halk TV ekran buluşmasına talip oldu ama sonuç alamadı diye yazdığımı düşünenler olabilir.
Söylemediğim, kastetmediğim şeylerden beni “terör propagandası yapmakla” suçlayanlar olunca, böyle bir iddia makul bile sayılabilir!
Ama şunu ifade etmeliyim: Halk TV’nin talebi önemliydi. Elbette konuşulsa moderatör sorununda tıkanıp kalınacaktı. Yine de öne çıkması gerekiyordu. Zira, az önce de dediğim gibi eskilerin deyişiyle bir nevi FETRET devrindeyiz. Giden henüz sandalyesinden kalkmadı, gelen de henüz yolda.
Böyle durumlarda eyyamcılık, iktidar yalakalığı kötüyü daha kötü yapmaktan başka işe yaramaz.
Kötüyü aşabilmek için, herkes, ne yapabiliyorsa yapmalı.
*. *. *
Bakın, ben bu satırları yazarken Avrupa’da yakın tarihin en büyük fırtınası koptu. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Fransa şokta. Ülkenin aşırı sağ lideri Marine Le Pen yüzde 31.5 oy alırken, Cumhurbaşkanı Macron’un partisi yüzde 15’te kaldı. Macron sonuç üzerine Ulusal Meclisi feshettiğini ve Haziran sonunda seçime gidileceğini açıkladı.
Sadece Fransa değil. Başta İtalya olmak üzere Avrupa’nın pek çok ülkesinde “AŞIRI SAĞ YÜKSELİŞTE”. Ve Avrupa aşırı sağının Türkiye’den hiç hazzetmediği de ortada!
Yılın sonundaki ABD seçimleri bir yandan.. Erdoğan’ın göz kırptığı Rusya-Çin hattı diye özetleyebileceğim birliğin ayak sesleri diğer yandan.. Çevremiz çok vahim sonuçlar doğurabilecek gelişmelere gebe.
Türkiye böyle bir döneme tarihinin en kritik ekonomi verileriyle ve siyasal türbülansta yakalandı.
Saray artık günlük değil, neredeyse saatlik politikalarla yürüyor!
Bir örnek: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan önce Çin’e gitti. Türkiye’nin Rusya-Çin hattı diye özetlediğim BRİCS bloku ile ilgilendiklerini söyledi. Ardından Rusya’da 11 Haziran’daki (yani yarın) BRİCS toplantısına katılacağı açıklandı. Batı’dan “n’oluyoruz” tepkisi gelince Saray ne yaptı peki? Çin’den gelecek otomobillere yüzde 40 vergi koydu.
Diyeceğim, biz neredeyiz? Başımıza neler gelecek? Yapay zeka yarışında düşüp kalacak mıyız? Vs.. Vs.. Soru ve sorun dağ gibi.
Fırtınadan sağ salim çıkabilmenin belki ilk koşulu konuşmak, tartışmak.
Tabii kastım “mırmır da mırmır” değil. Bir zamanların Siyaset Meydanı’nda olduğu gibi konuşmak!