Burhan Sönmez’in ilk Kürtçe romanı Evîndarên Franz K. (Franz K.’nin Aşıkları), Şubat 2024’te Lis yayınları tarafından yayımlandı ve büyük ilgi gördü, çeşitli eleştiri ve değerlendirmelere konu oldu. İlk tartışmalar yazarın Kürtçe yazmaya yönelik tutumu ve Kürt yazarların başka dillerde yazmayı tercih etmesi çerçevesinde oldu. İleriki zamanlarda, roman okur çarkında döndükçe ve daha çok okura ulaştığında muhtemelen metin merkezli analiz ve eleştiriler de karşımıza çıkacaktır. Söz konusu esere editöryel katkı sunmuş biri olarak bu kısa yazıda eserin analizine yönelik bir adım atmak istedim. Eserin olumlu ve olumsuz yanlarını eleştirel bir şekilde açıklamak yerine, roman türünün başlıca kavramları çerçevesinde eserin bazı özelliklerini ortaya koymaya çalışacağım. Diğer diller de olduğu gibi, Kürtçe eserler için de değerlendirme ve eleştiriye ihtiyaç var, çünkü eleştiri ve değerlendirme olmadan edebiyatın gelişmesi mümkün değildir. Önemli olan değerlendirme ve eleştirilerin gerekli yerlerde ayrıştırılması ve eleştirmenlerin metne yönelik konumlarının kişisel ve siyasi konumlarına göre veya eser sahibine göre değil de, eser bağlamında olmasıdır.
Ferdi ve Amalya’nın aşk hikâyesinden yola çıkan roman, İkinci Dünya Savaşı’ndan 1968 yılına kadar yaşanan bazı olayların kapısını aralıyor. Romanda Kafka, Max Brod ve diğer bazı kişilikler ve olaylar hakkında ilginç ayrıntılar yer alıyor. Romanın ana olayı, bir öğrenci cinayetinin soruşturulması ve yargılanması, birkaç gün içinde gerçekleşse de romanın daha geniş çerçevesi üç şehir üçgeninde, İstanbul, Berlin ve Paris, otuz kırk yıllık bir dönemi ve bununla bağlantılı olayları kapsamaktadır. Romanın karakterleri farklı kültürel geçmişleri olan ebeveynlerden, karma toplumlardan geliyor, yani çok kültürlü koşullarda büyümüşler. Parçalanmış hayatların, yarım kalmışlıkların, kaçınılmaz ayrılıkların ve hayatın ağır yüklerinin bütünü olan roman karakterleri, bütün bunlara rağmen hala terazinin umut kefesindeki yerlerini koruyabiliyorlar, böylece umudun ve iyimserliğin ağırlığı, eserdeki karamsar ruh halini ve kasvetli atmosferin etkisini hafifletiyor.
Romanın tonu ve tarzı, mekanlara göre değişiyor. İstanbul Şehri Ferdy’de çocukluk ve gençlik yıllarına dair nostaljik bir duyguyu ortaya çıkarıyor. Bu duygu, hasta bir kimsenin ve uzaktaki bir sevgilinin durumuna çağrıştırıyor. Politik ve muhalif dokusu, kafelerdeki devrimci tartışmalarıyla Paris şehri canlı, yani tutku dolu bir atmosfere sahip ve bunun yansımasını Ferdy ve Amalya’da da görmek mümkün. Öte yandan Berlin, sıcak hava, geciken otobüsler ve ikiye bölünmüşlüğü ile savaş sonrası sıkıcı bir dönemi resmediyor. Duruşma salonunda konuşmaların meraklı tonu, sanığın ironik tavrı gergin bir atmosfer yaratıyor. Dramatik bir şekilde öldürülen genç öğrencinin annesinin samimi ağlamasıyla bu gerilim kısa süreliğine de olsa yatışsa da mahkeme salonlarında bilindik bir gergin hava esiyor. Cezaevinde ise şüpheli bir atmosfer var. Aynı şekilde cezaevinin boş duvarları ve ağır kokusu da ağırdan işleyen bir yaşamın adaletsizliğini gösteriyor.
Romanda iki farklı anlatım tarzının üslup uyumu dikkat çekmektedir. Bir yandan hikaye örgüsündeki şimdiki zaman diyaloglar aracılığıyla sunulurken, diğer yandan geçmiş bağımsız yan metinler aracılığıyla romana giriyor. Yazar diyaloglarla bugünü geçmişe, yan metinlerle de geçmişi bugüne taşıyor. Diyaloglar romanın havasını ve atmosferini de belirliyor. Ferdy Kaplan ile Komiser Müller’in cezaevinde ve karakolda geçen diyaloglarında şüpheli ve gergin bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Duruşma salonunda Ferdy, savcı ve hakim arasındaki diyaloglar da ironik bir atmosfer yaratıyor; önyargılı bir savcı, bilgi ve anlayış eksikliğiyle, dar bir çerçeve içine hapsolmuş biri olarak Ferdy’nin suçuna ilişkin kendince tutarlı bir yorum oluşturmaya çalışıyor. Fakat gerçeklerden uzaklaştıkça da tavrı gülünç bir hal alıyor. Hakim ise hukuki prosedürlerle fazlasıyla meşgul ve suçun sınıflandırılması konusunda acele ediyor.
Aşk teması metnin tamamında karşımıza çıkıyor. Aşk, manyetik bir güç olarak romandaki karakterleri her zaman kendine çekiyor ve etkisi özellikle Ferdy’nin kişiliğinde açıkça görülebiliyor. Genel bir sentez olarak aşk, Platon’un iyilik ideası ve bir tür amor fati kabul gibi, tüm çelişkilerin üstünü örtüyor ve onları birbirine eklemliyor. Bir diğer tema ise yazarın suç ve ceza çatışması/birliği bağlamında işlediği zıddına dûçar olma halidir. Romanın karakterleri zıt durumlarla karşı karşıya kalmış ve bu deneyimlerle olgunlaşmışlardır. Roman bir bakıma yargılamanın temsilidir ve ilginç olan, yargılamanın hem doğrudan mahkemede gerçekleşmesi hem de temsili olarak değerlerin, inançların, sabit fikirlerin ve geçmişlerin yargılanmasına dönüşmesidir.
Evîndarên Franz K. zıtlıklar ve çatışmalı haller üzerine kurulmuştur. Ferdy ve Amalya, iki karşı cins arasındaki zıtlıklar bağlamında ilişkilenirler. Aynı şekilde Max Brod ve Franz Kafka şahsında sadakat ve mutsuzluk çatışması, Ferdy’nin dedesi ve Doktor Hugo şahsında unutkanlık ve hafıza çatışması ilk akla gelebilecek örneklerdir. Yine de çelişkiler olduğu gibi kalmıyor ve her biri üçüncül bir kavrayışla bir sentez halinde birleşiyor. Kadın ve erkek arketipi olarak ortaya çıkan cinsiyet çatışması, Ferdy ve Amalya şahsında defalarca ayrılıp tekrar bir araya geldikten sonra nihayet yeni bir tür tecelli ve mitik bir ilahlaşma benzeri bir sona bağlanıyor. Sadakat ve mutsuzluk arasındaki çatışma, Franz K. ve Max Brod’un ortak kaderiyle çözülür, dolayısıyla Brod Kafka’ya ne yaparsa aynı şey ona da olur. Yaşanan kötü olayları unutma isteği ile hatırlama sorumluluğu arasındaki çatışma Ferdi’nin dedesinin kişiliğine de yansımış ve ayrıca bahsetmeye değer bir ayrıntı.
Evîndarên Franz K, kısa bir roman olmasına rağmen pek çok unsur ve temayla dolu bir eser. Bu kısa yazıdaki tespit ve değerlendirmelerin yanı sıra, kapsamlı ve tekrarlanan okumalar, eleştiriler, analizler ve diğer değerlendirmelerle bu eserin daha farklı tartışmalara konu olacağına eminim.